Tek Ses Tek Hece: Arınmış Türkçe

İnsanlık tarihi, başlı başına bir enstantaneler sahnesidir. Bu sahnenin her yönü, tarih çizelgesinin her evresinde gerek bir ilim vasıtasıyla gerekse de ilkel bir dürtü temeliyle daima merak konusu olmuştur. Dil de insan türünün -temelde- hayatta kalma ve çoğalabilme avantajını arttıran en önemli iletişim aracı olarak bu tarihin içerisinde yer alan unsurlardan biridir. Dilin ortaya ilk olarak nasıl çıktığı hususu filologların, antropologların, sosyologların ve diğer ilmi alanlardaki bilim insanlarının yoğun uğraşına rağmen hâlâ büyük ölçüde bir bilinmezlik taşımakla birlikte, hakkında öne sürülen çeşitli teoriler bütünleştirilmeye çalışıldığında dahi ortaya çok karmaşık yapıların çıktığı rahatlıkla gözlemlenebilir. Dilin meydana gelişine dair net şeyler söylenemese de insan varlığının dil varlığını besleyeceği kesindir. Bu halde insan var olabildiği müddetçe dil de yaşamını sürdürmeye devam edecektir.

Tarihsel süreçte anlatmak istediklerini mağara duvarına ya da ağaç kovuğuna sembol ve karakterlerle kazıyan “ilkel” topluluklar da görmek mümkündür; sistematik bir düzende, bir harf dizimi oluşturarak kendini tertiple ifade eden topluluklar da. Şüphesiz ki 5.000 yıllık yazılı tarihin bilinen bütün evrelerinde önemli ve kritik roller almış birçok millet ve medeniyet olsa dahi; bunların arasından kendi dilini, kendi topluluğu içinde var edebilmiş, var ettiği dili sosyal zekâ gelişiminde ve grup içi iletişimde başarıyla idame ettirebilmiş Türk milletinin dili de araştırılmaya değerdir. Nitekim, çeşitli milliyetlerden olan ilim sahiplerince de hakkında fonetik, morfolojik, semantik hatta edebiyat, tarih, kültür gibi alanları da kapsayarak yapılmış çalışmalar günümüz itibarıyla geniş bir yelpazeye ulaşmıştır.

Türk milleti, tarihi boyunca dilinin yazısal formunu ifade ederken birkaç farklı alfabeyi kullanmışsa da Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen 1 Kasım 1928 Harf İnkılâbı ve bunu takiben 12 Temmuz 1932 Dil İnkılâbı ile büyük bir yapısal değişikliğin, Türk alfabesinin daha doğru ifadeyle Arınmış Türkçenin temel taşlarını atmıştır. Bu önemli adım, kendisiyle birlikte birtakım özel yenilikler getirmiştir. Bu yenilikleri doğru ifade edebilmek ve dillerin tarihi gelişiminde diğer dillerle mukayese edilebilmesini sağlamak için bazı önemli noktalara temas etmek zaruridir.

Günümüzün Lingua Franca’sı[1] şüphesiz İngilizcedir. İngilizcenin Lingua Franca mertebesine yükselmesi, İngiltere’nin sömürgecilik ve kolonyalizmle beraber kendi dilini dayatma etkisinin bir başarısı olarak görülse de 20. yüzyılın ikinci yarısında, II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin Dünya genelinde kültürel ve ekonomik gücünün artması, İngilizcenin ortak bir dil olarak asıl yayılımını sağlamıştır.

İngilizce; Eski İngilizce, Orta İngilizce ve Modern İngilizce olarak üç ana başlıkta toplanılabilir. Eski İngilizce M.S. 450’den başlayıp 1100 yıllarına kadar kullanılmıştır. Anglosaksonlar, 5. Yüzyıldan itibaren Britanya’yı istilaya başlamış, bölgeye kendilerinin de kullandığı Runik alfabeyi getirmişlerdi. Bu alfabe 8. yüzyıla kadar seyrek de olsa kullanılmıştır. Bugün İngiliz kökenli herhangi birinin bile bu dönemdeki İngilizceyi anlaması pek mümkün değildir. Fakat günümüz İngilizcesindeki kelimelerin neredeyse yarısının kökeni de bu döneme aittir. Bunlara; “be”, “water”, “strong”, “give”, “take” gibi temel örnekler verilebilir. Orta İngilizce ise 1066’da Normanların İngiltere’yi işgal etmesiyle birlikte başlamıştır. Bu istila sonucunda İngilizce, Fransızca kelimelerin de dilin içerisine girmesiyle daha da farklı bir hale evrilmiştir. Bu dönemde alt sınıflar İngilizce konuşurken üst sınıflar ise Fransızca konuşmuş, böylece dil sınıfı ayrımı yaşanmıştır. Ayrıca bu dönemde Runik Alfabe yok edilmiş, yerine Latin Alfabesi -tek alfabe olarak- kullanılmaya başlanmıştır. Orta Çağ (500-1500) boyunca Latin alfabesi temel alınsa da İngilizcenin ses sistemini tam olarak ifade etmekte yetersizdi. Bu sebeple, yazımı daha iyi uyarlamak ve sesleri daha doğru bir şekilde temsil etmek için çeşitli eklemeler ve düzenlemeler yapılmıştır. Bunların arasında, diyakritik işaretlerin kullanımı, özel sesleri temsil etmek için birtakım harf kombinasyonlarının kullanılması ve kelime içindeki bazı sessiz harflerin belirginleştirilmesi yer alabilir.  Fakat yine de günümüzdeki bir İngiliz’in bu Orta İngilizce dönemindeki dili de anlaması oldukça güçtür. Modern İngilizce ise Erken Modern İngilizce (1500-1800) ve Geç Modern İngilizce (1800-Günümüz) olarak iki alt başlıkta toplanabilir. Erken Modern İngilizce döneminde, Rönesans’ın ve matbaanın icadı gibi gelişmelerle birlikte belirli bir standart yakalanmış, gramer kuralları sabitlenmiş ve ortak bir dilin de ortaya çıkmasının önü açılmıştır. Hatta 1604 yılında içerisinde 3 bin civarı sözcük bulunan ilk İngilizce sözlük yayınlanmıştır. (Bu gelişmenin, Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ünden 530 yıl sonra olduğunu da ayrıca belirtmekte fayda vardır.)

İngilizcenin, sayısı kesin bilinmemekle birlikte bir milyonun üzerinde kelime haznesine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Ünlü İngilizce sözlüklerdeki kelime sayıları da hemen hemen aynıdır.  Bazı dil bilimciler ve başka kimseler tarafından bu kelime fazlalığının dilde bir zenginlik göstergesi sayıldığına dair görüşler ileri sürülse de bu fazlalığın kayda değer denilebilecek kadar büyük bir kısmı eskimiştir. Ayrıca bu fazlalık, bir kelimenin neredeyse yüzlerce anlamının olması gibi işlevsiz sonuçlar da doğurmuştur denilebilir. Mesela, İngilizcedeki “run” kelimesi, “koşmak, çalıştırmak, işletmek” anlamlarına gelmekle kalmaz, aynı zamanda “çarpmak, eşlik etmek, geri dönmek” gibi 400’ün üzerinde birbirinden farklı anlamı temsil etmektedir. Buna bir de “Phrasal Verbs” denilen birleşik yapılar aracılığıyla “home run, run down, run into”[2] gibi çeşitli birleşik örneklerin de dahiliyle bu sayı binlere kadar çıkmaktadır.

Ayrıca, İngilizcenin ses sistemi de oldukça karmaşıktır. Alfabede 26 harf bulunmasına karşın bunlarla çıkarılabilecek 40-45 farklı ses türü bulunmaktadır. Yani İngilizce 26 harf ile yazılır ve ortalama 40-45 sesten oluşur. Bunun yanına aksanlar, lehçeler gibi ek faktörlerin de katılımı dili “işlevsellikten ve sadelikten” oldukça uzaklaştırmaktadır. 

Örneğin; İngilizler, “ş” sesini -genellikle- “sh” harflerini yan yana getirerek ifade etmeye çalışırlar: “Shine”.[3] Bir örnek daha, “ç” sesini -genellikle- “ch” harflerini yan yana getirerek ifade ederler: “Chat”.[4]

Benzer örnekleri çoğaltmak ve bu işlevsiz kategorisine başka perspektifler daha eklemek mümkündür. Fakat bu açıklamaların yeterli olduğunu kabul ederek Arınmış Türkçe hususuna dönebiliriz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk milleti, 1928 Harf İnkılâbı ve 1932 Dil İnkılâbı ile dilde “tek ses-tek hece” olayını yakalamıştır. Ayrıca dili istila eden -Türkçeleşmemiş- Arapça ve Farsça gibi yabancı kökenli dillere ait dil bilgisi kuralları ve sözcüklere karşı da bir arındırma hareketi başlatmıştır. Bu arındırma diğer bir deyişle sadeleştirme çalışması; Türkçülüğü sistemleştiren, Atatürk’ün de görüşlerinden etkilendiğini bildiğimiz Ziya Gökalp’in, Ömer Seyfettin ve diğer arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Genç Kalemler dergisindeki “Yeni Lisan” hareketinin prensipleriyle de uyumludur. Bu hareketin özü Türkçeden yabancı kaidelerin çıkarılarak, yazı dili ile konuşma dili arasında bir bütünlüğün sağlanmasıdır. Bunu yaparken de kelimelere gösterilecek yaklaşım, Türk milletinin benimsediği şekilde olmalıdır. Gökalp bu hususta görüşlerini; “Türkçülere göre, Türk halkının bildiği ve tanıdığı her kelime millîdir.”[5], “...halk için munis olan ve suni olmayan bütün kelimeler millîdir.”[6] sözleriyle net bir şekilde belirtmiştir. Bunun yanında Lisan şiirinde de meramını anlatmıştır:

“Güzel dil, Türkçe bize,

Başka dil, gece bize.

İstanbul konuşması

En saf, en ince bize.

Uydurma söz yapmayız,

Yapma yola sapmayız,

Türkçeleşmiş, Türkçedir;

Eski köke tapmayız.

Turan’ın bir ili var,

Ve yalnız bir dili var.

“Başka dil var…” diyenin

Başka bir emeli var.”[7]

Fikri temellerinin Gökalp ve arkadaşları tarafından ortaya atıldığı, uygulamasının da Cumhuriyet döneminde Atatürk önderliğiyle yapıldığı sadeleştirme hareketiyle Türk milleti, okur-yazar oranı çeşitli otoriteler ve farklı kaynaklarca döneminde en fazla %9-10 olarak gösterilen bir toplumda; sade, kolay, işlevsel ve anlaşılabilir bir dilin kullanımını sağlamıştır. Bu “dilde birlik” hareketinin olumlu geri dönüşlerini de Cumhuriyet’in sonraki yıllarında hızlı bir yükseliş yakalayan okur-yazar sayılarında görmek mümkündür.

Arınmış Türkçe, alfabetik olarak 29 harften oluşur ve -genellikle- yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi de yazılan, her harfin bir sesi temsil edebildiği, her sesin de bir harf tarafından ifade edildiği, tek ses-tek hece şeklinde tanımlayabileceğimiz işlevsel ve nadir bir dildir. Bu işlevsellik ve sadeliği sağlayan önemli şey de Türk dilindeki sesleri karşılamaları amacıyla türetilen “Ç, Ş, Ğ, I, İ, Ö, Ü” harflerinin bütünsel olarak varlığıdır. Tüm bunların yanında, son yıllarda alfabenin eksik olduğu, “Q, X, W” gibi harflerin de eklenmesiyle 32’ye çıkarılması gerektiği görüşü türetilmiştir. Bu görüş, “dilde tasfiyeciliğin” yeni bir versiyonu olarak yorumlanmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü geçmişteki tasfiyeciler, var olan Türkçe kökenli veya Türkçeleşmiş kelimelerin yerine Türk dilinin kaidelerine aykırı uydurma kelimeler türetmişlerdi. Ahmet Bican Ercilasun’un; “Türkiye’deki uydurmacıların dilimizden attığı her kelime Türklüğü birleştiren bir bağı koparmaktadır.”[8] sözü de bu tasfiyeciliğin amacına önemli bir vurgu yapmaktadır. Bugün de tasfiyecilik farklı bir hâl alarak alfabenin yetersiz olduğu görüşünü dillendirmeye çalışmaktadır. Acaba bununla, “WiFi”, “Web”, “Show”, “Sweet”; “X-ray”, “Box”, “Exit”, “Mix”; “Queen”, “Quiz”, “Liquid” vb. gibi kelimelerin doğrudan Türkçe’ye dahil edilerek, bunların zaten hali hazırda bulunan Türkçe kökenli veya Türkçeleşmiş karşılıklarının atılması mı amaçlanmaktadır, bilinmez…

Ayrıca Arınmış Türkçenin alfabesi Türklerin ses ve yazım ihtiyaçlarını yeterli düzeyde zaten karşılamaktadır. Üstelik “Q” harfi yerine alfabemizdeki “K”; “X” harfi yerine “KS” ya da “Ş”; “W” harfi yerine de “V” harfleri kullanılmaktadır. Dolayısıyla ortada herhangi bir ses ve yazım sorunu yoktur. Hatta ana dili Latin dillerinden herhangi biri olan ve daha önce Türkçe ile hiçbir bağı bulunmayan bir kimsenin önüne Arınmış Türkçe bir metin bırakırsanız, anlamasa dahi onu çok az hatayla telaffuz edebilecektir. Bu, dilin işlevsellik ve sadelik boyutunun bir gerçeğidir. Dolayısıyla bir dilin yüz binlerce veya milyonlarca kelime varlığına sahip olduğu için “en zengin dil” olarak atfedilebilmesi, kabul edilebilir bir tavır değildir. Dilde zenginlik, o dilin saflığı, işlevselliği ve kolay kullanılabilirliğiyle belirlenmelidir. Arınmış Türkçe de bu dillerin başında gelmektedir.

50’ye yakın dili bilen ve üzerine çalışmalar yapmış Belçikalı Dil Bilimci Johan Vandewalle Türkçe hakkında; “Anadili Türkçe olan bir kişinin kısa cümlelerle düşündüğü, konuşma anında ise bu kısa cümleleri çeşitli yollarla birbirine bağlayarak karmaşık yapılar kurduğu görüşündeyim. Bu “cümle bağlama eğilimi” bazı konuşurlarda zayıf, bazılarında ise adeta bir hastalık derecesinde güçlü olabilir. Bu son durumda ortaya çıkan dilsel yapılar, insan zihninin üstün olanaklarını en güzel şekilde yansıtıyor. Farklı dil gruplarına ait birçok dili incelediğim halde şimdiye kadar hiçbir dilde beni Türkçedeki karmaşık cümle yapıları kadar büyüleyen bir yapıya rastlamadığımı söyleyebilirim. Biraz duygusal olmama izin verirseniz, bazen kendime “Keşke Chomsky de gençliğinde Türkçe öğrenmiş olsaydı”, diyorum. Eminim o zaman çağdaş dilbilim İngilizceye göre değil, Türkçeye göre şekillenmiş olurdu...” diyerek övgüyle bahsetmiştir.

Bir diğer övgü de Alman Dil Bilimci Max Müller’den alıntılanabilir; “...Türk dilinin gramer kuralları o kadar düzenli, o kadar kusursuzdur ki, bu dili dil bilginlerinden oluşmuş bir kurul, bir akademi tarafından bilinçle yapılmış bir dil sanmak olasıdır.”[9]

Toparlamak gerekirse…

H. Nihal Atsız’ın; “Milletler binlerce yılın geliştirip şekillendirdiği sosyal varlıklardır”[10] tanımı da konumuz dahilinde değerlidir. Tarih sahnesinde kavim, kabile, aşiret vb. gibi öbeklerden milletleşme sürecine evrilebilmiş milletlerin tamamını bir arada tutan ve yaşatan en temel unsur dildir. Atsız’ın; “Bir millet, ordusunu kaybedebilir. Bağımsızlığını da kaybedebilir. Fakat, dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir. Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır.”[11] sözü dilin önemine değerli bir atıfta bulunmaktadır.

Bugün gelinen noktada, sadeleştirme hareketiyle alfabesi ve dil bilgisi mevcut halini almış Arınmış Türkçenin, Türk gençleri tarafından bilinçli bir şekilde sahiplenilmesi gerekmektedir. Ayrıca dilin, insan var oldukça yaşamını sürdürecek ve gelişimini daima devam ettirecek canlı bir yapı sayılması sebebiyle milletler arası etkileşime girmesi de gayet normaldir. Özellikle hızla ilerleyen teknoloji ve bilim çağında; yeni gelişmelerin, yeni kavram ve kelimeleri üretmekte olduğu bir dönemde bizlere düşen de dışarıdan gelecek kelimelere Türkçeye dayandırılmış anlamlar bulmak, böylelikle dili daha da zenginleştirmeye çalışmak olmalıdır. Bunu yaparken de dilin milliliğinden uzaklaşmamak gereklidir. Türk gençlerinin; işlevselliği, saflığı ve kullanılabilirliğiyle gayet zengin olan Arınmış Türkçeyi doğru kullanmaları önemlidir. Geçmişte temizlediğimiz “bütün yabanileşmelerin” bugün farklı hallerini; “Mailleri send ettim”, “Çok cringe bir durum”, “Enjoy tatlım” gibi -tatsız- örneklerle dilin içerisine dahil ederek katline çalışmamak milli meselemizdir. Ercilasun’un; “Kültürsüz bir milletin yaşayamayacağı adeta unutuldu. Kültürün kaynaklarının dilde olduğunu ise bilen yok gibi. Milletimize bale dersi değil Türkçe dersi lazımdır”[12] sözü de bu meselenin önemini özetlemektedir.

Son alıntıyı da Atsız’dan alıyorum; “…Ne melezleştirilmiş eski dil, ne de öz Türkçe denilen uydurma dil, büyük bilim ve edebiyat dili olamaz. Terimleri Türk köklerinden üretme, konuşma dilinde Türkçeyi veya Türkçeleşmişi seçme esasında olan “Arınmış Türkçe”ye taraftarız. İnsanın yüreği ne ise, milletin dili de odur.”[13]

    


[1] Lingua Franca: Farklı dilleri konuşan insan grupları arasında iletişim için kullanılan ortak dil.
[2] Home run: üstün başarı, Run down: akmak, Run into: rast gelmek.
[3] Shine: Parlaklık, parlamak, parıldamak.
[4] Chat: Sohbet.
[5] Gökalp, Z. (1976). Türkçülüğün Esasları, Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları, İstanbul, s. 115
[6] Gökalp, a.g.e., s. 115-116
[7] Gökalp, Z. (1976). Yeni Hayat Doğru Yol, Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları, Ankara, s. 17-18
[8] Ercilasun, A. B. (1984). Dilde Birlik, Cönk Yayınları, İstanbul, s. 82
[9] Müller, M. (1861). The Science of Language.
[10] Atsız, H. N. “Türk Halkı Değil Türk Milletiyiz”, Ötüken Dergisi, 1969, Sayı:61
[11] Atsız, H. N. “Milli Şuur Uyanıklığı”, Kızılelma Dergisi, 1948, Sayı:10
[12] Ercilasun, a.g.e., s. 61
[13] Atsız, H. N. “Türk Milleti’ne Çağrı”, Orkun Dergisi, 1962, Sayı:1

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ruh Adam "Eski Arkadaşlar Marşı"

Meçhule Mektuplar - 1

Bizim de Ay Yüzlümüz /Şiir

Demir Örgü Bir Beşik /Şiir