Meçhule Mektuplar - 1
Meçhule Mektuplar - 1
"Bu gerçek cümleler topluluğu; mektubun artık kullanılmadığı bir çağda, yıllar boyunca yazılarak biriktirilmiş mektuplardan oluşmaktadır. Sahiplerine ulaştırıldığı kadar, gönderilemeyenler, gönderildiği halde açılmadan geri dönenler ve arafta kalanları da mevcuttur. Mektuplar gerçek olsa da isimler, anıların mahremiyetini koruma gerekçesiyle tarihin tozlu sayfalarına gizlenerek sansürlenmiş, meçhulleştirilmiş ve sembolleştirilmiştir. Evet, mektupların müellifi gibi kahramanları da hâlâ hayatta; bazıları hariç..."
Sevgili küçüğüm,
Bu mektubu, hayatımın ilk otuzunu doldurduğum doğum günümün gecesinde kaleme alıyorum. Mektubun özelliği hem bugün anlayacakların hem de ancak yarın yaş aldığında anlayabileceğin söylemlerden oluşmasıdır. İşte tam da bu yüzden bu mektubu, her yeni bir yılda tam da bu tarihte, yani amcanın doğum gününde tekrardan okumanı istiyorum. Belki böylelikle ben de birkaç milyon yıl boyunca hatırlanmış olabilirim…
Sevgili yeğenim,
Bugün dünyamızda yaklaşık 10 milyon canlının yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunların insan, kedi, köpek, kuş vb. diye tanımlayabileceğimiz yalnızca 2,5 milyon çeşidi kayıt altındadır. Bu canlıların arasında da en karışık, en belirsiz olanı şüphesiz insandır. İnsan, nereden geldiği belli olsa da ne yapacağı asla kestirilemeyen bir türdür, öncelikle bunu unutma…
Bir insan olarak, tıpkı şu an olduğu gibi hayatının devamında da hep insanlarla muhatap olmak, bazılarıyla aynı yolu yürümek, aynı fikre tutunmak zorunda kalacaksın. Bugün sınıf arkadaşların, aynı mahallede oyun oynadığın kişiler; yarın ise iş arkadaşların, fikri dostlukların veya başka ilişkilerin olacak. Adı her neyse, sıfatı her neyse bu durum, sen bu Dünya’daki görevini tamamlayana kadar devam edecek. Dolayısıyla ne olduğunu bilsek de ne yapacağını kestiremeyeceğimiz bir türe, yani insanlara karşı ilken, ölçün, kıstasın her zaman denge olmalıdır. Sana verilen değerden fazlasını vermemen gerektiği gibi daha azını da vermemelisin. Seni sevmeyene kendini sevdirmek, dinlemeyene dinletmek, anlamayana anlatmak, saygı göstermeyene saygı göstermek gibi hatalı çabalar sarf etmemelisin. Fakat seni seveni sevmek, dinleyeni dinlemek, anlayanı anlamak, saygı gösterene de saygı göstermek boynunun borcudur. Yine de “denge” tutumunun dışına çıkmayarak...
Benim güzel yeğenim,
Seveceksin, sevileceksin; inanacaksın, inanılacaksın… Fakat, her şeyden evvel hiçbir insana “tam” güvenmeyecek ve ikinci bir şansı vermeyeceksin. Yarasa ışığı sevmez, güneşe çıkarmaya çalışmayacaksın. Armut dibine düşer, başka yere yakıştırmayacaksın. Karga yavrusundan serçe olmaz, öyle kabul edeceksin. Hasarlı araba tamir edilebilir, kırılmış oyuncak yeniden toparlanabilir fakat bozulmuş süt tekrar içilemez sevgili yavrum. İnsanlar ne hasarlı bir araba ne de kırılmış birer oyuncaktır. İnsanlar süt gibidir. Kimi henüz çiğ, kimi pişmiş, kimi bozulmuş, kimi çürümüş… Sen, olanı olduğu gibi kabul edeceksin. Olana olduğu gibi tavır göstereceksin.
Montaigne doğru bir söz söylemiş: “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil, budalalıktır. Kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır”. Sana da bulunduğun toplumda dört bir koldan bunun tam tersini empoze etmeye, dayatmaya, hatta öğretmeye çalışacaklar. Bir konuda veya hususta kimsenin senin kadar bir şey bilmediği bir yerde “ben biliyorum” demenin, kendini bilmenin çok kötü bir şey olduğunu savunacaklar. Adını alçak gönüllülük koyarak, bildiğini bilmemiş gibi davranmanın gerek insani gerek medeni gerekse de dini açıdan doğru olduğunu papağan gibi her fırsatta alçakça tekrarlayacaklar. Biliyorum, sen kendine asla olduğundan daha az değer vermeyeceksin. Fakat böyle yaptığın için de arkandan sallanacak sözler, şahsına yapılacak kıskançlıklar hep var olacak ve asla da bitmeyecek, bunu da bilmelisin...
Ama sevgili küçüğüm, sonucu ne olursa olsun; insana değerini veren bizzat insanın ta kendisidir. Sen de değerlisin ve kendine olduğundan daha az paha biçemezsin.
Şerefli yalnızlıklar, yüzlerce insanla yaşanacak gürültüden daha güzeldir. İşte amcanınki de böyle bir yalnızlık ya… Neyse…
Sevgili yavrum,
Zaman, kıymetli, oldukça kıymetli bir mefhumdur. Albert Einstein denilen adamın İzafiyet Teorisi’nden aynı zamanı yaşayan herkesin o zamanı aynı şekilde algılamadığı gibi bir sonuç çıkarılsa da her insanın bir günde harcaması gereken 24 saati vardır. Bu 24 saati ölçülü, ölçüsüz; faydalı, faydasız; gerekli, gereksiz şeklinde harcamak, herkesin kendi tercihindedir. Bu zaman mefhumundan şu sebeple bahsediyorum:
İnsanlar, paraya çok değer verir. Onu olabildiğince ellerinde tutmaya ve ceplerindeki miktarını arttırmaya neredeyse bir ömrü adarlar. Onlar için değerli olan bu aracı harcarken de ölçütleri; onu değebilecek kadar değerli olan başka bir şeyle takas etmektir. Bu kimine göre bir araba, kimine göre bir inci küpe, kimine kıyafet falan… Fakat iş, zamanı harcamaya geldiğinde herkes hiç olmayacağı kadar cömert davranır. Zaman mefhumunun farkına varabilmiş olanlarsa insanlığın tamamına yakınından binlerce adım öne geçer. Zamanı kıymetli kılmaksa senin kendi tasarrufundadır, unutma.
Kıymetli yeğenim,
Hayatta; unutmayacağın, unutamayacağın ve unutmaman gereken birtakım anılar, güzellikler ve değerler vardır. Ben “amcan” olarak sana “değerler” kısmıyla ilgili bir öğüt vermek istiyorum. Her şeyin en başında unutmaman gereken üç değerin var; kendin, sevdiklerin ve milliyetindir. Kendine ve sevdiklerine sen karar verecek olsan da milliyetin, senin damarlarında değiştiremeyeceğin bir varlıktan ibarettir. Kendine hizmetin ne olursa, milliyetine hizmetin ondan fazla olacaktır, olmalıdır. Çünkü milliyetine hizmet etmek, bütün yaşamını anlamlandıracak en şerefli yoldur.
Bu şerefin örneği de çoktur. Mesela Bilge Kağan, Orhun Yazıtlarında: “...milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım” demiştir. Mesela Ziya Gökalp: "Ben Allah'tan yalnız iki şey istiyorum: Yurdum mesut olsun, yuvam bahtiyar" diyerek meramını anlatmıştır. Mesela Hüseyin Nihal Atsız dileğini her zaman dillendirmiştir: “Tanrı Türk’ü Korusun”.
Sevgili küçüğüm,
Ben hep ninemin dizinde uyuyacağımı düşünürdüm… Sen de henüz çok küçüksün. Gelişecek, büyüyecek ve değişeceksin. Seninle birlikte kıyafetlerin, yiyeceklerin, etrafındakiler de değişecek. Giyeceğin kıyafetlere de yiyeceğin yiyeceklere de etrafındakilere de sen karar vereceksin.
Kendinin ve Dünya’nın ne olacağına sen karar vereceksin.
Belki amcana mektup yazıp yazmayacağına da…
Yazılacak, çizilecek ve söylenecek yığınla şey var. Amcana kalsa mektubun bitmesi birkaç asrı bulabilir, fakat hem müddeti hem de yeri değil…
Seni seven,
Amcan.
Yorumlar
Yorum Gönder