Meçhule Mektuplar - 3
Meçhule Mektuplar - 3
"Bu gerçek cümleler topluluğu; mektubun artık kullanılmadığı bir çağda, yıllar boyunca yazılarak biriktirilmiş mektuplardan oluşmaktadır. Sahiplerine ulaştırıldığı kadar, gönderilemeyenler, gönderildiği halde açılmadan geri dönenler ve arafta kalanları da mevcuttur. Mektuplar gerçek olsa da isimler, anıların mahremiyetini koruma gerekçesiyle tarihin tozlu sayfalarına gizlenerek sansürlenmiş, meçhulleştirilmiş ve sembolleştirilmiştir. Evet, mektupların müellifi gibi kahramanları da hâlâ hayatta; bazıları hariç..."
Küçüğüm,
İnsan doğduğu ilk andan itibaren bir öğrenim süreci içine girer. Bu süreç onu daha iyi bir insan olmaya ve daha akıllı yaşamaya doğru götüren bir yoldur. Bu yolu sürdürenler kadar sürdüremeyenler, bitirenler kadar bitiremeyenler vardır. Yolda kalmak, yoldan çıkmak, yolu saptırmak gibi tercihler tamamıyla insanın kendi tasarrufundadır. Şimdi sen, bunlarla ilgili kararları alamayacak kadar küçüksün. Ne verilirse onu öğrenecek ne anlatılırsa onu dinleyecek durumdasın. Ben de bunu fırsat bilerek anlatacağım…
Benim delikanlı yeğenim,
Kendimizi beğenmek, çok insani bir tavırdır. İnsani derken, gayet doğal anlamında demiyorum. İnsanların tamamının sahip olduğu bir özellik anlamında söylüyorum. Bu tavrı yaratan da insanın kendi evrim süreci boyunca yaşadığı deneyimler, ezilmişlikler ve aşağılanmalardır. Bu deneyimler bir tür kompleks haline gelmiş ve kendimizi yüceltme ihtiyacı doğurmuştur. “İmparator, Kral, Lord, Şah, Padişah, Sultan, Melik, Tanrı’nın Elçisi” gibi ‘dünya kadar’ unvanı, ancak bir Dünya’da kendimize layık görebilmemizin tek izahı budur. Hatta bu unvan ve statüler dahi yer yer yetersiz kalmış; Ay’a gitmişiz, şimdilerde ise başka gezegenlere gitmeye uğraşıyoruz. Kendimizi evrenin merkezine yerleştirmiş, koca koca destanlar yazmış, tanrılar yaratmışız. Yetmezmiş gibi onları bile kendi hizmetimize amade kılmışız. Destanları, devasa yaratıkları alt ederek yerin dibine göndermemizle bitirmiş; kendimizi kahraman ilan etmişiz. Tanrıları bizlerin arzularını gerçek kılmasıyla görevlendirmiş; kendimizi kutsal varlıklar olarak atfetmişiz. Dünya’yı, onu terk edersek kıyameti olacağıyla tehdit etmiş; kendimizi bulunmaz Hint kumaşı saymışız.
Bütün anlatılanlar, egolarımızın sürekli olarak kendimizi değerli, özel, vazgeçilmez falan olduğumuzu fısıldamasıyla ilintilidir. Fakat bu fısıldamalar, içimizdeki değersizlik hissinin bastırılması için kullanılan bir argüman, bir örtüdür. İsmimizin önüne gelen her unvan, her kutsal vasıf, derinlerdeki çaresizliğin, nihayetinde de bir ezikliğin sonucudur. İnsan, kendini yeryüzüne sığmayacak kadar mağrur ilan etse de zavallıdır. Dünya’ya tahakküm etme emelli güç mücadelemiz, kendi içimizdeki zayıflıkları örtme çabasından başka bir şey değildir.
Sevgili küçücüğüm,
Bir insanın gerçekten güçlü olabilmesi, öncelikle kendi zayıflıklarını kabul etmesiyle mümkündür. Sen de büyüdükçe göreceksin ki, bu dünyada en zor olan şey, aslında kendinle yüzleşmektir. Bu yüzleşme, aynaya baktığında gördüğün kişinin gerçek olduğunu kabul etmekle başlar. Bu kabul, insanın hayatındaki en büyük sınavdır. Kendini kabul etmek, eksikliklerini, hatalarını ve en önemlisi de zayıflıklarını görmezden gelmemek demektir. Ancak insanların çoğu bu sınavdan kaçar. Çünkü kendilerini tanıyacak olmaktan korkarlar.
Fakat sevgili yavrum…
Ancak bu korkuyu yenenler, gerçek anlamda özgür olabilenlerdir.
Unutma ki; özgürlük, cesaretle başlar. Cesaret ise kendini tanımakla…
Seni seven,
Amcan İspir.
Yorumlar
Yorum Gönder